Bir Başka Dizi: Bir Başkadır
- ozanakbas
- 14 Kas 2020
- 5 dakikada okunur
Son günlerde büyük yankı getiren Berkun Oya imzalı #BirBaşkadır'ı izledikten sonra kısa bir yorumlama yapmadan duramadım. İçimdeki hisler hala tazeyken spoiler vermeden diziyi kısaca ele almayı gerekli gördüm. Hazırsanız bir mini, puslu, #BirBaşkadırAnalizi başlıyor o zaman.

Ben bu yazıyı kaleme alırken sakin bir yağmur yağıyor dışarıda. Belki bununla başlamak lazım. Dizinin havası, genel algılanışı. Aslında dizi tamamen yağmurlu, puslu, sisli sahnelerle dolu bir ambiyansta sunulmamış. Şahsiyet dizisi gibi İstanbul'un sisli ve puslu sokaklarında parlayan kırmızı, yeşil LED ışıkların vurguladığı "bir şeylerin üstünü örten şehir ve gece" yaklaşımıyla asla benzeştiremem örneğin. Aslında bu puslu his daha farklı şekillerde ulaştı bana, birazdan açıklayacağım.
Dizinin genel ambiyansını düşünürken şöyle bir şey fark ettim. Dizinin ilk sahnesinde bir eve temizliğe giren Meryem'in geçtiği güzergahı uzak çekimlerle gösteren dış mekân karelerinden ve üzerindeki monttan aldığımız serinlik hissi kış aylarında başlayan bir zaman çerçevesini gösterse de "1 sene öncesi" diye geriye atlayıp tekrar bu sahneye bağlanana kadar geçen sürede diğer mevsimleri algılamıyoruz. En azından ben algılamadım. Hiç günlük güneşlik, sıcak bir yaz çağrışımı kalmamış aklımda. Hep bir mont, kazak, İstanbul soğuğu. Nefeslerden buhar da çıkmıyor hiç yani buz gibi bir ayaz diyemem ama gri bir filtreden, stabil ve sakin bir hava veriliyor bir şekilde. Bayağı yaz diye bağıran sahneler vardır belki, ama bende bıraktığı his hep bu puslu tortu oldu. Zaman mevhumundan koparan bir şeyler vardı dizide. Terapi seanslarının bahsi geçerken de hep bir sonraki hafta görüşülüyormuş bilgisi tasdiklendi mesela. Her şeyin aşırı realist olmasıyla, temassızlıklar, kopukluklar arasında bir tansiyon oluşturularak "çok gerçekçi bir distopya" hissi kaldı bende. Yani bütün bunlar rüyaymış ve hiçbiri gerçek değilmiş çıksa sonunda olurdu neredeyse. Neyse;
Şimdi bu bu hava durumu vs. neden kadar önemli, bunu nereye bağlayacağım? Bu üstü örtülü, izleyeni içine çekip etrafındaki her şeyden koparan sisli şey renklerle olduğu kadar konuşmalarla ve genel akışla da yansıyor. Dizinin tüm temelinin bunun üzerine kurulu olduğunu düşünüyorum. Görüntü yönetmeninin şahane bir iş çıkardığını düşünmekle beraber sahnelerin kurgusunda, birbirine eklenişinde, geçişlerde, konuşmalarda ve genel renk/his ambiyansında bir bütünlük sağlanmış. Yani bu hava durumu, mont, açıklık/kapalılık, basıklık, bastırılmışlık, havada asılı kalmışlık falan gibi nitelemeleri yapabilmemi sağlayan bir katalizör bulutlu hava diyebilirim. Bir başka dikkat çekebileceğim noktaysa "ne gibi?" ve "nasıl yani?" cümlelerin çokluğu olabilir. Bu da aynı amaca hizmet ediyor. Kimse kimseyi anlamıyor. Kimse kimseyle iletişim kuramıyor. Cümleler kişilerin arasında dolanan bu puslu gri hava tarafından absorbe edilip daha karşı tarafa ulaşamadan yok oluyor sanki. Bazıları konuşmaları anlamakta zorluk çektiğinden, oyuncuların çok mıyırdanarak konuşmasından şikayet etmiş. Bana kalırsa bu da aynı amaca hizmet ediyor. Seyirciyi salt gerçekle, bir şeyleri abartmadan, süslemeden, "şov sektörü klişeleri"ne düşmeden karşılaştırmak isterken, onunla da iletişimi koparan, anlamayı zorlaştıran, sürekli içinden "ne dedi?" diye geçirmesine neden olan bir yönteme gidilmiş. Bu konuşmaların mıyır mıyır olması da yani pus'a dahil. Hatta dizide sağlıklı bir şekilde kurulan ve çok net anlaşılan tek diyalogun bir hindiyle olması da bahsetmeye değebilir :)
Gerçek, diye bahsettiğim bu gerçek nedir peki, ondan bahsedeyim. Bu dizinin bu kadar çok beğenilmesinin (özellikle de Netflix'i yalayıp yutan ve yabancı dizileri yakından takip eden kitleye 'sonunda iyi bir Türk yapımı' dedirtmesinin) en önemli nedeni, alışılagelmiş (ve hatta dizide de inceden 'bu dizi farklı' mesajını işlemek adına yedirilen) 'total iş' dizilerin, yani zengin aile, fakir aile, pembe dizi tadında aşklar, abartılı dramalar, kötü oyunculuklar ya da yabancı dizi özentisi çarpma yapımların çok çok ötesine geçerek, kendi sofistike formatıyla çok gerçekçi bir üslupta çekilmiş olması. Yine netflix dizilerinin en belirgin benzerliği olan, 21. yüzyıl 'trendleri'ne uygun farklı köken, cinsiyet, yönelimden insanları biraraya getiren senaryoların (ne kadar kaliteli yapımlar olurlarsa olsunlar, Netflix'in bu anlamda bir pattern'ı var, bunu kabul etmeliyiz) da ötesine geçerek, hiç zorlamaya kaçmadan, Türkiye'de halihazırda var olan farklı renkleri, farklı dünyaları, aynen gerçek hayatta da kesiştiği formatta seyirciye sunuyor dizi. Meryem'in kekini hayalini kurduğu gibi Sinan yemiyor mesela. Sinan tam da İstanbul'da rezidansta yaşayan birinin eve gelen yardımcısına yaklaştığı şekilde yaklaşıyor. Ne Yeşilçam evil zengini, ne de onunla yapay bir empati kurup ona kol kanat gereken melek jön... Sinan'ın Meryem'le ilgili meselelerini, annesiyle olan sahnesiyle bir araya getirip düşünerek yine beklenmedik, aşina olmadığımız psikotik bir neden-sonuç ilişkisinin sorgulamasına yönlendiriyor dizi bizi. Çok bariz bir yerden girdim bu noktaya biliyorum ama gerçekçi'likle neyi kastettiğimi daha net ortaya koyabilmeyi amaçladım. Annesiyle olan sahnede annesinin Sinan'a "kalacak mısın?" diye sormasını bekledik bu arada izlerken bir an için onu da söylemeden geçemedim :)

Dizide de bu gerçek/yapay meselesi bol bol var öte yandan. Hocanın Meryem'e anlattığı, dümdüz ve bayağı anekdotta ele aldığı gerçek çiçek kokar, yapay çiçek kokmaz, dizilerdeki hayat bu yapay çiçekteki gibi, ama gerçek hayat bu gerçek çiçek gibi; dikeni var, solar, boynunu büker... hikayesini aynen olduğu gibi Yasin'e de aktarması. Buradan gidince belki garip gelecek bir detay daha fark ediyorum. Başta bahsettiğim zaman mevhumundan koparan mont/kış/pus havası tüm diziye yayılsa da, Melisa'nın oynadığı dizideki sahneler çoğunlukla kolsuz elbiseler giydiği sahil sahneleri, yattaki sahne gibi cıvıl cıvıl renkli bir yaz mevsimini gösteriyor. Yani Bir Başkadır, içinde yaz mevsimini bir tek dizinin içindeki dizide alıyoruz. Bana ilginç geldi, siz ne düşünürsünüz bilemiyorum.
Dizideki kadın temsili üzerine apayrı ve çok daha uzun bir yazı yazılabilir bu arada. O konuya burada girmek istemiyorum o yüzden. Bir Başkadır'ın bu puslu etkisini çözümlemeye çalıştım bu yazıda daha ziyade.
Toparlamak niyetiyle; dizinin özü neydi sorusuna yanıt vermeye çalışayım. Dizi bu puslu ve homojen çevrede büyük bir sakinlikle bir sürü çarpışmayı, patlamayı, çakışmayı, tezatı çok ince bir dengede yürüyerek veriyor izleyiciye. Alenen parmakla gösterebileceğim hiçbir şey olmadı dizide, ama tamamında bir gerginlik hissettim. Sakin bir şey izlerken gerilmek, alttan alta göz önüne sokmadan, ustalıkla, her izleyene başka bir yerden dokunup etkisi altına almak noktasında büyük bir başarıya imza atmış dizi. Bu gri rengin üzerine bir sürü farklı renk atılıp birbiri üstüne sıçrata sıçrata ortaya çıkan karışım yavaş yavaş bir bulamaca dönüşüyor. 'öteki'ler, öteki'leşenler, öteki'leştirenler tat kaçıracak bir ezberden alenen verilmek yerine, hiç değinmeden ama şüpheye de yer bırakmadan veriliyor. Cinsiyetler çarpışıyor, etnik kökenler, kuşaklar, sosyoekonomik katmanlar, dinler, ideolojiler çarpışıyor. Tüm zıtlıklar çakıştırılıp iletişim denklemden tamamen çıkarılıyor. Kopuk, temassız cümleler. Korku ve baskıyla kısılan, yok olan kadın sesleri, yükselip çıldıran, yakıp yıkan adam sesleri (bu denklem bir tek Gülan ve kocasıyla tersyüz edilmiş, orada da Gülan'la ilgili başka bir kabulün ve kendi iktidarının ve genel olarak iktidarın dışavurumu sözkonusu bana kalırsa) ve çarpıcı statik sahneler.

Söylenecek eminim daha birçok şey vardır. Terapi sahnelerine ve psikiyatristlere, yenge karakterine ve travmasıyla yüzleşmesine, hocanın kızına falan dokunmadım bile hatta. Çok olay örgüsünü de açmak istemiyorum burada. Hoca ve kızında gri tuval üzerine hangi renklerin çarpıştırıldığı ortada, ama henüz izlemeyenler varsa kendileri görüp düşünsünler bunun üzerine. Karakter gelişimleri o kadar, o kadar başarılı olmuş ki, herhangi bir karakteri alıp üzerine uzun uzun yazılabilir, toplumsal çözümlemeler çıkarılabilir. Ha, unutmadan Öykü Karayel'i tüm kalbimle, ve ayakta alkışlıyorum. Muazzam bir oyunculuk portrelemiş! Fulya Eryiğit'i de ilk birkaç bölüm Nehir Erdoğan sandım, ne çok benziyorlar. Dizideki müzik için de ayrı bir alkış bırakıyorum.

Oldukça etkilendim ve gurur duydum kısacası. Tüm dünya izlesin istedim :) Sıradaki Berkun Oya yapımı için heyecanla bekliyor olacağım. Tek anlayamadığım dizinin ismi. Onu bir yere bağlayamadım. Çok bariz bir şeyse utanacağım ama siz yine de söyleyin bilen varsa. Yabancı ismiyle ilgili bir şeyler okudum ama "Bir Başkadır" neden tam çözemedim.
Comments