İkigai
- Heavenskite
- 29 Eyl 2020
- 3 dakikada okunur
Ortak bir paydada buluşabilmek adına ne kadar saatler, takvimler kullansak da zamanın kişiden kişiye değiştiğini biliyoruz ve mutlak bir zaman ölçümünün olamayacağının da farkındayız. Einstein’ın Özel Görelilik Kuramı ile zamanın üç boyutlu evrenin dışında tutulamayacak bir olgu olduğunu anladık. Kişisel algımızla bazen bir saat ne kadar çabuk geçti derken bazen dakikaları sayar dururuz. Bunu anlamanın en güzel yollarından biri ise kettle’a su doldurup başında beklemek olabilir. Öte yandan başka bir işle uğraşırken o su ne kadar çabuk kaynayacak…
Bize zevk veren uğraşlarımızla zaman çok çabuk akıp gider. Performans kaygısı duyduğunuz işler ise alacağınız hazzın katili olabilirler. Beynin bazı bölgeleri; müzisyenler, sanatçılar, oyuncular, dansçılar ve sporcular tarafından iyi bilinen bir terim olan akış adı verilen şeye müdahale edebilir.
Akış, kişinin açıkça zevk aldığı, elektriklenmiş bir odaklanma hissiyle ve kendi halinin farkında olmaksızın bir etkinliğe dalmış, ona bütün dikkatini vermiş olduğu bir bilinç halidir. Akış, beceri ve talep ya da yeterlilik ve zorluk arasında bir denge gerektirir. Bu tür bir denge, bir etkinliği tehdit ya da kayıp olmadan, yani kaynaklarımız akışa hazır bir şekilde gerçekleştirmemizi sağlar.

Tamamen deneyime gömülüp başka hiçbir şey hakkında düşünmeden herhangi bir şeyin dikkatinizi dağıtmasına izin vermeden yaptığınız eylemleri aklınıza getirin. Bruce Lee bu tarz bir deneyimi “Su gibi ol dostum.” sözüyle tanımlamıştır. Csikszentmihalyi ise kendimizi hayata kaptırdığımızda bunu haz, keyif, yaratıcılık ve süreç olarak tanımlar. Akışa kapıldığımızda dikkatimiz dağılmadan somut bir işe odaklanırız. Aklımız “yerindedir.” Aklımız başka yerdeyken bir şeyler yapmaya çalıştığımızda ise tam tersi olur. Aşırı yemek, uyuşturucu, aşırı alkol tüketimi ya da televizyon önünde çikolata tıkınmak gibi anlık zevkler yerine bize bu akışı sunacak etkinliklere ayırdığımız zamana odaklanmalıyız.
Owen Schaffer’a göre akışı yakalamanın gereklilikleri şunlardır:
1. Yapacağınız şeyi bilmek,
2. Bunu nasıl yapacağınızı bilmek,
3. Bunu ne kadar iyi yaptığınızı bilmek,
4. Nereye gideceğinizi bilmek,
5. Belli zorlukları algılamak,
6. Belli becerileri algılamak,
7. Dikkat dağıtıcılardan uzak durmak.
Eğer etkinliğiniz çok kolaysa sıkıcı, yeteneklerinizin ötesindeyse kaygı verici olabilir. Öte yandan sizi biraz zorlayan bir etkinlik akışı yakalamanızı sağlayacaktır.
Japonlara göre herkesin bir ikigaisi vardır. İkigai ise, bize akışı sağlayan etkinliklerdir. Bazı insanlar ikigaisini bulmuşken diğerleri hala arayış içerisinde olabilir. Oysaki onu içlerinde taşırlar. Okinawa’da yani asırlık insanların en fazla bulunduğu adada doğan insanlar yeni bir güne başlama sebebimizin ikigaimiz olduğunu söylerler.
Mark Winn’in İkigai diyagramı:

Kendinize şu soruları sorun:
Sizi akışa götüren etkinliklerin ortak özelliği nedir?
O etkinlikler sizi neden akışa götürür?
Mesela, en çok hoşlandığınız etkinlikler tek başınıza yaptıklarınız mı yoksa başkalarıyla birlikte yaptıklarınız mı?
Hareket gerektiren mi yoksa sadece düşündüren şeyleri mi yapmak sizi akışa götürür?
Bu soruları yanıtlarken hayatınızı yönlendiren temel ikigainizi bulabilirsiniz.
Bulamazsanız, akışı yakaladığınız ve en çok zaman harcadığınız etkinliklere daha derinden bakın. Akışa kapılmanıza neden olmasa da merakınızı uyandıran yeni şeyleri de deneyin. Mesela, fotoğrafçılık sizi akışa yaklaştırıyorsa, resim yapmayı deneyebilirsiniz, belki de ondan daha çok hoşlanırsınız! Ya da kayağı seviyorsanız sörfü de deneyin. Akış gizemlidir. Kas gibidir: ne kadar çok çalıştırırsanız o kadar akarsınız ve ikigainize o kadar yakın olursunuz.”

Buradan ise biraz psikolojinin derinliklerine ilerleyerek Viktor E. Frankl’ın kurucusu olduğu logoterapiye geçmek istiyorum. Akışı yakalıyoruz, ikigaimizi bulduk. Bir de bunun psikolojideki yansımasına bakalım.
II. Dünya Savaşı sırasında toplama kampında 3 sene boyunca kalan Victor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı kitabında burada yaşadıklarından bahsederken logoterapininde esaslarını bize aktarıyor. İnsanın her koşulda, en sefil durumda bile anlam ve potansiyele sahip olduğunu bize göstermeye çalışıyor. Varoluşçu Analiz olarak da geçen logoterapi, insanın neden hemen intihar etmediğini, ne uğruna yaşadığını, enerjisini ve potansiyelini neye yönlendirmesi gerektiğini bulmaya çalışarak hayatı anlamlı kılmaya çalışır. İnsanın potansiyelinin altında işlerde çalışmasının ya da nihai potansiyelini gerçekleştirememesinin psikolojik sıkıntıları beraberinde getireceği aşikardır.
Logoterapi, bireyin hayattaki amacını bulması ve varoluşsal boşluğunu doldurmasına yardım eder. Bu deneyimde varoluş yakıtınız ise kendi ikigainizi bulma misyonunuzdur.
Tutkunuza dünyanın en önemli şeyiymiş gibi kapılmak istemez misiniz?
Yazıyı yazarken kaynak olarak kullandığım kitaplardan;
Kendi İkigai'nizi bulmak için: İkigai - Hector Garcia & Francesc Miralles
İlişkilerinizde akışı yakalamak için: Biz Böyle Yapıyoruz - Stan Tatkin
Varoluşçu Analizi/Logoterapi'yi anlamak için: İnsanın Anlam Arayışı - Victor E. Frankl
Comments