top of page
  • Yazarın fotoğrafıHeavenskite

mother! Filmine Ekofeminist Bir İnceleme

Ekofeminizm, kadın ve doğa birlikteliğini ele alan, ikisinin de ataerkil sistemden zarar gördüğünü öne süren feminist bir yaklaşım/hareket ve kuramdır. Tek bir ekofeminizm yaklaşımı olmamakla birlikte genel olarak doğa nedir, kadın ve doğa arasındaki ilişkinin temeli nedir, kadın ve insan dışındaki varlıkların ilişkisi ne olmalıdır, vejetaryenlik, veganlık, ırk, sınıf gibi kategoriler ekofeminizmin neresinde yer almalıdır gibi sorularla ilgilenmektedir. Ekofeministler, insan olmayan dünya veya doğa üzerindeki insanların egemenliğine odaklanırken kadınların kültürel olarak doğaya bağlı oldukları için feminist ve ekolojik meseleler arasında kavramsal, sembolik ve dilsel bağlantılar olduğunu öne sürerler. Buna göre, kadının ezilmesi ve doğanın sömürülmesi arasında ya da patriyarkal sistem ve onun uzantısı olan kapitalizm ile kadının ve doğanın sömürülmesi arasında sistematik bir ilişki mevcuttur.


Aydınlanma ile birlikte aklın üstünlüğü kabul edilirken; beyaz erkek aklı dışındaki ve diğer tür akılları kabul etmeyen bir değerler sistemi oluşturulmuştur. Aklın, kültürün, medeniyetin, insanın karşısına yerleşen doğa; kendi içerisinde üremeyi sağlayabilmesiyle üretimin de karşısında yer almaktadır. Erkeğin ve erkeğin sahip olduklarının tam tersi ifadeler ise erkekten tamamen farklı oluşuna bağlanarak kadına atfedilmektedir. Aklın dışladıkları birden çoktur ve toplumsal cinsiyetin dışladıklarına indirgenemez. Akıl ile doğa arasındaki derin fay hattı ise Batı kültürünün kilit kavramlarının içinden geçer. Karşıtlık kümesine “üstün” tarafta olanların neredeyse tümü akıl biçimleri olarak, aşağı tarafta olanlar ise doğa biçimleri olarak gösterilebilir.


Simone de Beauvoir 1949’da yayınladığı Second Sex kitabında patriyarkal mantığın hem kadını hem de doğayı öteki olarak gördüğünü belirtmiş olsa da bu kader birliğinin ekofeminist düşünceye evrilmesi zaman almıştır. Ataerkil sistem kadınlara yüklenen şefkat, yardımseverlik, duygusallık, savaş karşıtlığı, üreme gibi özellikleri doğa ile ilişkilendirerek doğayı baskı altına almaktadır. Tarih öncesi toplumlarda kadın bedeni üzerinde gelişen yaşam verme gücüne değer atfedilirken dört büyük dinin ortaya çıkmasıyla kadın, yaratılış hikayeleriyle ilk günahın temsili haline gelmiştir. Kadın ve doğa tehlikeli ve kaotik olarak görülmüştür. Kadının biyolojik özellikleri tıpkı ayın hareketlerine benzetilirken menstrual döngüye atıfta bulunulmaktadır. Kadının tenselliği ve bedenselliği doğaya ilişkin olmasına atfedilmektedir. Doğa gibi besleyen, büyüten, koruyan ve yaşam bahşeden bir yönü vardır. Doğanın iyiliğini gözetmeyen toplum, cinsiyet beklentileriyle de kadının baskı altında tutulmasını öğütlemektedir. Doğanın yapısı ve dilsel simgelenmesi ona dişil özellikler yüklerken kadının da doğayla buluştuğu özellikleri onları ortak paydada birleştirmektedir. Öte yandan, doğanın canlılığı görmezden gelinirken yapıp/ettikleri de olağan bulunmaktadır tıpkı kadının emeği gibi. Görmezden gelinen bu emek, yine doğayla kadını bir arada ele almamıza olanak sağlamaktadır. Organik teorinin merkezinde, doğanın, özellikle de dünyanın, besleyici bir anne ile tanımlanması vardı: düzenli, planlı bir evrende insanlığın ihtiyaçlarını karşılayan şefkatli ve yardımsever bir kadın... Bir yanda planlı, düzenli bir evrende insanların ihtiyaçlarını karşılayan iyi kalpli bir kadınken, diğer yandan şiddet uygulayan, fırtınalar kopartan, kaosa neden olan vahşi ve kontrol edilemez bir doğa algısı oluşmuştur. Doğanın kontrol edilemezliği tahakküm kurma ile ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Kadın ve doğa, endüstriyel kapitalizm ve patriyarki sebebiyle acı çekmektedir. Kadını ve doğayı birleştiren, onlara kader birliği yaptıran şey, ikisinin de bu erkek egemen, cinsiyetçi, tacizkar kültürün kurumlan, değerleri ve pratikleri tarafından sömürülmesi ve tahakküm altına alınmasıdır.


Yönetmenliğini ve senaristliğini Darren Aronofsky’nin yaptığı başrollerinde Jennifer Lawrence (Mother), Javier Bardem (Him), Michelle Pfeifer (Woman) ve Ed Harris (Man) gibi isimlerin rol aldığı, 2017 yapımı Mother! filmi Venedik Film Festivali’nde ilk kez gösterime girmiştir. Aronofsky’nin film için esin kaynakları olduğunu söylediği eserler ise Luis Buniel’in 1968 yapımı El Angel Exterminador (Mahvedici Melek) filmi ile Susan Griffin’in 1978 yılında basılan Woman and Nature isimli kitabıdır. Ekofeminist çalışmalarıyla tanınan Susan Griffin’in filme esin kaynağı olması bile bu filmi ekofeminizm çerçevesinde incelemek için yeterlidir.

Karakterlerinin isimlerine bakıldığında “mother” ve “him” görüyoruz. Mother, doğa ana yani Gaia’yı temsil ederken him ise eril zihniyetin temsili olarak okunabilmektedir. Dini bir perspektiften de okunabilen filmde, him aynı zamanda Tanrı’yı temsil etmektedir. Ev ise, içerisinde bulunanların tahrip etmekten, yağmalamaktan çekinmedikleri bir dünyanın tasviridir.

Film yangının içerisindeki mother karakterinin gösterimi ile başlar ve aynı gösterimle de sona erer. Filmin sonunda mother yerine başka bir kadının gelmiş olmasıyla da aslında doğanın döngüselliğine yapılan vurgunun izlerini ilk sahnede görüyoruz. Film en başta gözlerden uzakta ve doğayla iç içe yaşayan bir çifti anlatıyor gibi görünmektedir. Him, ilham perisini bekleyen bir yazardır. Mother ise adamın daha önce yanmış olan evini tek başına tamir etmiştir ve aslında hala tam olarak işleri bitmemiştir. Him, karısı sayesinde evin “yeniden yaratıldığını” söylemektedir. Bütün zamanını eve harcayıp onu cennete çevirmek istediğinden bahseden Mother’a “yeni bir ev alsaydınız ya” yanıtı gelir gelen misafirden. Bunun üzerine Mother “burası onun yuvası” der. Film boyunca sadece duvarları boyamakla kalmaz, insanların ona zarar vermemesi için de çaba sarfeder ve onların arkalarını toplamaya çalışır. Mother karakterinde doğanın ve kadının görünmeyen emeklerinin yanı sıra, yenileme ve yeniden üretme becerilerini de görmüş oluruz. Misafirin ise bu becerilerine karşılık mother’a “tek yeteneğiniz güzelliğiniz değilmiş” dediğine tanık oluruz.


Mother’ın ev ile olan ilişkisi o kadar güçlüdür ki evin duvarlarına dokunduğunda onun atan kalbini görebilmektedir. Film boyunca mother’ın evin içerisinde çıplak ayakla gezmesi de ev ile olan doğal bağlantısına işarettir. Film ilerledikçe artan kaosla, evin kalbinin yavaş yavaş karardığına tanık oluruz. İnsanların eve yani temsil edilen dünyaya zarar vermesi ile dünya (ev) canlılığını yitirmektedir. Mother’ın eve zarar gelmemesi için yaptığı uyarılar ise bir işe yaramaz, gelen misafirler onu görmezden gelmektedirler. Tezgahın hala yapılmadığını, üzerine oturulmaması gerektiğini defalarca söylemesine rağmen insanlar üzerinde zıplarlar ve evi su basar, evde sigara içilmediğini söyler ama dinlemezler, him için yaptığı yemekleri yerler, duvarları boyarlar. Doğanın uyarılarını görmezden gelip tahribatları nedeniyle doğa olaylarına sebep veren ve uslanmayan modern insana çok benzemektedirler. “Evden bir parça almam lazım” diyen insanları görürüz ve adeta evi (dünyayı) soymaktadırlar. Mother eve zarar verenleri gördüğünde bunu neden yapıyorsunuz diye sorar ve “burada olduğumuzu kanıtlamak için cevabını alır”. Bu sahne adeta dünyada ayak bastığı her yere zarar vererek iz bırakan modern insanın bir tasviridir.


Mother: “Her şeyi mahvediyorlar.”


Him: “Önemsiz şeyler bunlar, değiştiririz.”


Evde yaşanan cinayetin ardından yerde kan izi kalmıştır. Mother burayı temizlemesine rağmen, film boyunca yerden ara ara kan geldiğini görürüz. Üzerinin tahtayla kaplanmasına, halı örtülmesine rağmen kan gün yüzüne çıkmaktadır. Burada dünyanın canlılığına vurgu olabileceği gibi menstrual döngü üzerinden dünyanın da kadın bedeni gibi döngüsel bir yapıya sahip olduğunun imasını da okuyabilmekteyiz.


Mother, him’in ona dokunmadığından dem vurar ve film boyunca sadece çocuk yapmak için birlikte olurlar ve böylece mother’ın bedeni sadece üretim amaçlı kullanılmış olur. Woman karakterinin ise mother’ın çamaşırlarına laf ederek onun daha çekici çamaşırlar giymesini öğütlemesiyle ise mother’ın cinsellikten uzak, annelik ve bakımla uğraşan yönü olduğu vurgulaması yapılmaktadır. Cenaze sırasında, evdeki insanlar etrafa zarar verirken mother’a “üzerine daha üsturuplu bir şeyler giyebilirsin” diyerek ise şartlara bakılmaksızın kadının bedeni üzerinde söz hakkı varmış gibi davranıldığını görürüz.


Mother’ın “buraya giremezsiniz”, “burası benim odam” gibi tüm uyarılarına rağmen misafilerin tüm odalara girmeleri doğanın, dünyanın her yerinin insanlar tarafından işgalinin tasviridir. İnsanlar sayesinde ilham bulmayı beklerken him, mother’ın hamile kalmasıyla kitabını yazmaya başlar. Kitabı bitirdiğinde ise herkesin hayranlığını kazanır. Mother’ın insanları göndermesi için tüm yalvarışlarına rağmen him onların gitmelerini istemediğini söyler ve adeta ona tapmalarının keyfini çıkarır. Bu keyif ise insan egosunun dünyaya nasıl zarar verdiğinin bir gösterisine dönüşmektedir. İnsanlar ise artık kontrolden çıkmış gibi görünmektedirler. Herkes çok hiddetlidir, polisler gelir ve insanlar birbirini öldürmeye başlarlar. Mother ise tüm bu ölümlerin içinde doğum-ölüm ikiciliğine ima eder bir şekilde bebeğini doğurur. Bebeğini emzirirken ise him tam karşısında oturup onu izlemektedir. Bu emzirme esnasında kapıya konan yiyecekler ise mother ve him tarafından yenmiştir. Mother’ın uyuyakalmasıyla him yeni doğan bebeği insanların içine çıkarır ve insanlar bebeği parçalayarak yerler. Mother bunu görünce herkese bağırır ve insanlar mother’a saldırmaya başlarlar. Mother’ın bedeni üzerine uzanan eller görürüz ve saldıranlar “orospu, sürtük…” gibi sözler kullanmaktadırlar. Tüm bu olanların sonunda ise him, mother’dan insanları affetmesini ister. Mother ise bodrum kata inerek tüm evi yakar ve ev (dünya) tamamen ölür.


Mother yanmıştır ama ölmeden önce him’e “sana her şeyimi verdim, sen bana bunları reva gördün” der. Him ise son bir şey daha istemektedir:


Him: “Son bir şeye ihtiyacım var.”


Mother: “Sana verecek hiçbir şeyim kalmadı.”


Him: “Sevgin. Hala aynı yerde değil mi?”


Bu diyaloğun ardından him, mother’ın kalbini alıp içindeki sevgi (doğa ananın sevgisi) ile yeniden evi (dünyayı) inşa edecektir. Mother’ın kalbi filmin başında misafirlerin kırdığı pırlanta parçasına dönüşecektir. Son sahnelerde him’in mother’ın kalbini kırılan pırlantanın yerine koyduğunu görürüz. Mother’ın yerini ise başka bir kadın almaktadır. Yıkım (yangın) ile birlikte doğanın döngüsü tamamlanmıştır. Mother’ın (doğa ananın) kalbinin pırlantaya dönüşmesi ise madenciliğe gönderme niteliğindedir. Doğa ananın kalbini söküp alan eril zihniyetin bir tasviridir. Doğanın yerin altına gizleyerek insanlardan gizlediği, alınmasını istemediği kaynakların sömürüsüne işaret edilmektedir.

234 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Benim de

YAZI

bottom of page