#TBT'de Bu Hafta: Evliliğin Kısa Tarihi
- ozanakbas
- 10 Haz 2020
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 11 Haz 2020
Bu haftaki dosyamız bildiğiniz gibi "Evlilik ve Düğünler", dolayısıyla evlilik müessesesinin geçmişini ele aldığım bir #throwback yapmak istedim. Dünkü yazımda da bahsettiğim gibi evlilik aslında insanlık tarihi kadar eskilere dayanıyor. Yerleşik hayata geçilmeye başlandığı M.Ö. 10000'li yıllarda arsa, ev gibi mülklerle ilgili aidiyet ve hak sahipliği konularının gündeme gelmesiyle, yeni doğan çocukların varis olarak atanabilirliğinin önünü açmak adına evlilik benzeri birlikteliklerin başladığı biliniyor. Tarih boyunca evlilik, hem sınıflar arası mal varlığının korunması ve politik ilişkilerin düzenlenmesi, hem de insanlığın devamını sağlamak adına üreme ve ebeveynleri belli çocuklar dünyaya getirilmesi adına gerçekleştirilmiştir. Romantik anlamda evliliğin söz konusu olması ancak modern çağa yaklaştıkça mümkün olmuştur.

Evliliğin çıkış noktası ve bugün büyük çaba gösterilen farkındalık çalışmalarıyla üzerindeki perde biraz olsun aralanmaya başladıysa da, esasen arkasında barındırdığı felsefe ne yazık ki ataerkil bir sosyal düzene, ve temel olarak kadının zaptına, kontrolüne ve himayesine dayanıyor. Böylece doğan çocukların belirli bir erkek bireyin biyolojik babası olduğu kanıtlanarak, herhangi bir çocuğun herhangi bir mülk üzerine hak iddia edebilmesi ihtimali de elimine edilmiştir. Tarihte kayıtlara geçen ilk evlilik belgesi Mezopotomya'da bulunmuş olup, modern dünyada evlilik öncesi sözleşmeye tekabül eden bir düzenlemenin de ilk örneğidir aynı zamanda. Bu sözleşmeye göre evliliğin sona ermesi halinde kadın, erkeğin mal varlığının üçte birine kadar hak iddia edebiliyordu.
Antik İbranî kültüründe bir erkek birden fazla kadınla evlenebiliyor, cinsel dürtülerini gönlüne göre evlilik dışı ilişkilerle karşılayabiliyordu. Evli bir kadının vazifesiyse evde kalarak ev işlerini idame ettirmek ve bir çocuk dünyaya getirmekti. Eğer bir kadın kocasına çocuk veremiyorsa, erkek birey kadını "iade ederek" başka bir kadınla evlenebiliyordu. Günümüz dünyasının sosyal yaşatısında kadının bulunduğu konumla Antik dünyanın evlilik felsefesini benzetebiliyor olmak ne kadar acı değil mi? Dünkü yazımda bahsettiğim düğün ve evlilik gibi eylemlerin toplumsal cinsiyet düzleminde aslında ne kadar zarar verici olduğuna başlı başına bir örnek bu. Gelenekleri sadece uzun süredir öyle yapılıyor olmalarına dayanarak yaşatmaya çalışmak için bu kadar büyük bir emek sarf edilmesini ben sadece dogmatik bir yaklaşımla açıklayabiliyorum. Öğretilen ve kodlanan kuralların sarsılmaz üstünlüğü ve sorgulamaya yönelik herhangi bir hamlenin yalnızca saygısızlık veya "anarşizm" ile karşılık bulacağı inancını destekleyen bir toplumsal baskı.

Evliliğin mal varlığını düzenleme ve ırkın devamlılığını sağlama gibi sosyal yaşam boyutunu aşarak daha kurumsallaşmış ve akredite edilmiş bir müesseseye evrilmesi paganizm sonrası Hristiyanlığı kabül eden Romalılara ve erken dönem Roman Katolik Kilise'sine dayanıyor. Bu yıllarda bir evliliğin gerçek bir evlilik sayılabilmesi için kilisenin kutsaması şart koşuluyor. Böylece kitlesel bir yaşam biçiminin kurallarını koyan din kavramının kural setinde evliliğe de yer açılmış oluyor. Benzer şekilde İslam'da da zinanın önüne geçilmesi adına bir nikâh kıyılması gerektiğine dair kuralların olduğunu hepimiz biliyoruz. Dinî kuralların bu bağlamda birçokları için ne kadar bağlayıcı olduğunu, bugün resmî nikâhlarına ek olarak imam nikâhı kıyılmasını da talep edilen çifterin çokluğuyla kanıtlayabiliriz.

Ne yazık ki diyerek başlayacağım bu yeni paragrafta kadını yok sayan ve erkeğin daha konforlu bir hayat sürebilmesi adına kendi hakları olmayan bir işçi gibi boyunduruk altına sokan bu sistemin 20. yüzyıla kadar sarsılmadan devam ettiğini açıklayacağım. Amerika Birleşik Devletleri'nde 20. yüzyılda kadınlara oy verme hakkının tanınmasıyla her hanede iki "tam" vatandaşın yaşadığı gerçeği de tanınmış oldu. Bu, kadının bir ailedeki ve dolayısıyla toplumdaki yerini yükselten bir aşamaydı. Evliliğin türcü ve ayrımcı politikaları, sınıf ayrımlarını korumaya yönelik yapılanması ve çoğu ülkede yasalarca da bu şekilde düzenlenmesini örtmek ya da daha az görünür kılmak adına bu seromoniler her tabakada toplumsal bir gösteri olan düğünlerle pekiştirilmiştir. Kadının beyaz ve kabarık eteklerle, yüzünü kapatan ve romantize edilerek geçerliliğinin korunmasını sağlayan duvaklarla, çiçeklerle adeta bir kostüm içine sokulurken, erkeğin iş hayatındaki ya da resmî yaşantısındaki giyim tarzını koruyarak bir kadına "sahip" olması geleneği sizce bugün ne kadar çağa uygun? Bütün bu akış; danslarla, müziklerle ve yemeklerle, toplumsal yaşamın vazgeçilmezi haline gelen bir ritüele dönüşmüş ve bugün hala cinsel bastırılmışlığın, namusun ve mülk kontrolünün bir aracı olarak varlığını sürdürebilmiştir. Yasal düzenlemelere göre bugün kadın istemezse erkeğin soyadını almamayı tercih edebiliyor fakat bu düzenlemenin ne kadar güncel olduğunu hepimiz biliyoruz sanırım. Kaldı ki halihazırda taşıdığı bu soyadı da aşırı yüksek bir ihtimalle annesine değil babasına ait olan bir isim değil mi?
Evliliğin ırkçılık boyutu ise henüz çok yeni -1960'larda- Amerika Birleşik Devletleri'nde ırklar arası evliliği engelleyen yasanın kalkmasıyla ortadan kalkmış oldu. 1960 dediğimiz 70 yıl öncesine tekabül ediyor, bunun altını çizmek isterim. Binlerce yıllık insanlık tarihinde mal ve mülk kontrolünün en geçerli ve önemli parametresi olan evlilik, ırklar arası mal aktarımının önüne geçerek, cinsiyetler arası mal aktarımını da yüksek oranda kontrol ederek; beyaz erkeği koruyacak bir düzlemde var olabilmiştir anlaşılacağı üzere.

İçinde bulunduğumuz yıl itibariyle evlilik ülkemizde de hala çocukların bir ticarî mal gibi alınır satılır hale getirildiği, yasaların engel olduğu yere kadar diretse de, resmiyete dökülmeden dini nikah yöntemleriyle pedofiliye zemin hazırladığı, çocuk gelinleri ve çocuk anneleri var ettiği bir gerçek. Günümüz Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın aile planlaması ve pedagojik alanlardaki çalışmalarına çok hakim değilim. Fakat medyadan takip ettiğim kadarıyla ciddi bir gelişime ve aktif müdahaleye çağrı oluşturacak bir açık var bu hususta.
Evliliğin romantik birlikteliklerin son mertebesi haline gelmesi bugün özellikle kent insanı için daha yaygın. Ailelerin ve soyların, tarlalarını, evlerini, arabalarını himaye altında tutabilmelerine yarayan ve ebeveynleriyle birlikte toplumun en küçük yapıtaşı olan aile kurumunda kendine güvenli bir yer edinebilen çocuklarını bilinir ve resmî olarak tanınır kılan bu düzenleme, şüphesiz insan yaşamının en önemli ritüellerinden bir tanesidir. Buradan hareketle sorulabilecek tek soru, modern insanın birtakım ayrımcılıkların ve hak gasplarının önüne geçebilecek bir düzenlemeyi ne derece temin edebildiği sorusu. Ve özellikle düğün ve benzeri ritüellerin hala içinde barındırmakta olduğu bazı subliminal ve engelleyici tutumların hangilerini tutup, hangilerini yavaşça aldığımız yere bırakmamız gerektiği üzerine biraz kafa patlatmak olabilir. Yani konsepti yanlış anlamayalım, biraz sorgulayalım artık, yıl olmuş 2020, ne dersiniz?

Nedeni ve hedefi ne olursa olsun, bir evlilik içinde olan ya da evlilik hayali kuran herkesin denk ve eşit bireyler olarak var olabildikleri, paylaştıkları hayat yolunda birbirlerini oldukları gibi kabul edebilen, saygı ve toleransla, sevgiyle donatabilen bir hayat kurabilmeleri ve yürütebilmeleri temennisiyle.
Son olarak, kadın kadındır, çiçek babanızdır.
Sevgiler,
Dünkü yazıda paylaştığım mini belgesel animasyonu buraya da ekliyorum:
Kaynaklar:
Comentarios